"Bugün nihayet 1984'ü okumaya başladım ve fark ettim ki bir oturuşta 70. sayfaya ulaşmışım.
Kitap, 70 sayfadan anladığım kadarıyla yazar Orwell'ın Hayvan Çiftliği adlı diğer kitabında işlenen kurgunun farklı bir versiyonu. Bir devrim yapılıyor, her şeyin çok güzel olacağı sanılıyor ve çok geçmeden, gelen gideni aratmaya başlıyor. Hayvan Çiftliği'ndeki Napoleon ve Büyük Birader, kurulmuş düzendeki en güçlü, en kudretli ve son sözü söyleyen kişi. Snowball ise 1984'un Goldstein'i.
Beraber çıktıkları yolda, amacından sapan Yoldaş'ın gözüne bir perde iner, egosuna kibrine yenik düşer ve diktatör bir yönetici olup çıkar. Ona karşı çıkanlar ise hainlikle, kötülükle suçlanarak nefret odağı haline dönüştürülür.
Kitapta her gün, tele-ekran adı verilen alıcılarda, İki Dakikalık Nefret adlı bir görüntü yayınlanır. Gerçek olduğu kanıtlanamamış bazı olaylardan bahsedilir ve insanlar hipnotize olmuş gibi, yine varlığı belirsiz Goldstein'i ve ordusunu izlerler. Aralarından birkaçı tepinmeye, bağırmaya, nefretini kusmaya başlar ve her yandan izlendiğini bilen insanlar, sürüye ayak uydurmak zorunda hissedip, diğerleri gibi öfke nöbetleri geçirirler.
İçten içe hepsinin, kustuğu nefretin bir parçası, belki de hepsi Büyük Birader içindir. Ondan deli gibi korkmalarına, yalanlarla beyinleri yıkanmasına ve neyin gerçek neyin doğru olduğunu ayırt edememelerine rağmen, zihinlerinin bir köşesinde hala Büyük Birader'in ne yaptığının farkındadırlar. Hatta kitapta bize tüm bunları gösteren Winston, buharlaşmayı göze alarak içindeki bastırılmış isyanı kağıda döker. Yüzlerce kez "Kahrolsun Büyük Birader" yazar.
Tahminimce, Okyanusya'da yaşayan herkes Winston gibi çelişki içinde yaşıyor. Bir yandan ona boyun eğip, sabah egzersizlerindeki en ufak bir hareketi bile es geçmeye cesaret edemezken, bir yandan, kimse tarafından izlenmediklerini düşündükleri zamanlarda Büyük Birader'e nefretlerini haykırıyorlar.
Kitaptan başımı kaldırdığımda bir düşündüm de, hayatımızda gerçekten o kadar çok Büyük Birader var ki bu beni korkutuyor. Polis olan babamın aylar, yıllar önce söylediği, bilgisayar ve telefon kameralarımızdan her an izlenebileceğimiz gerçeği var bir de. Neredeyse bir senedir, laptop kamerama yapıştırdığım post-it sayesinde karşısında rahatça oturabiliyorum. Burada Büyük Birader kim, bilemiyorum. Devlet, devlet insanı, iş insanı, insanları...
Ama en basitinden okulumdaki Büyük Biraderleri biliyorum; evimdeki Büyük Birader'i, annemi biliyorum.
Okuduğum bölümlerde, Büyük Birader yönetimini ve şuurunu kaybeden, cehalet pençesinde çürüyen halkı tanıdım. İlerleyen sayfalarda Winston'ın düştüğü çelişkiden kurtulup doğru yolu bulacağını, tele-ekrandan gizli diğer insanlarla fikirlerini paylaşacağını, bu fikirlerin yayılacağını ve Büyük Birader'in devrileceğini umuyorum.
Ayrıca Büyük Birader olarak tanıdığımız koca bıyıklı adamın, aslında sadece sıradan bir adamdan ibaret olduğunu ve bu düzeni kuran birçok kişi olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda her ne kadar distopya olarak geçse de hepimiz biliyoruz ki, bu kitap en az
realist bir kitap kadar gerçeği yansıtıyor."
Bu yazıyı ne zaman yazmışım hatırlamıyorum, yayınlamayı unutmuşum maalesef. "Ah, masum yavrucuğum." diyorum o günlerdeki Yaren'e, "Ne kadar da safsın, bu kirli dünyadan nasibini almadığın nasıl belli."
Yakında ben de nasibimi alırım ama eminim. Son zamanlarda öyle Büyük Birader'ler türüyor ki, say say bitmez. Ama ben sayabildiğim kadarını sayacağım.
1- Annem: Kendisi her an, her yerde ne yaptığımı, kiminle olduğumu, ne yiyip içtiğimi bilmek istiyor. Dışardayken devamlı arıyor bu yüzden. Evde rahat mı duruyor sizce? Asla! Odamda olmamı katiyen istemiyor; sürekli gözünün önünde, neşeli, mutlu ve güleç olayım... Okuldan çıkıp direk eve geleyim, akşam yemeğini aksatmayayım, erken yatayım... Bir de bana biraz özgürlük hakkı tanıdığında -sağ olsun- yaptığı çok büyük bir şeymiş gibi minnet bekliyor.
Anneciğim, meleğim, seni ifşa ettiğim için özür dilerim fakat kabul et. Sen bir Büyük Birader'sin.
2- Mehmet Yayla: Ah benim özgür blogum, canım blogum... Anlatacaklarımı kaldıramayabilirsin lakin, gözünün önündeki perdeyi kaldırıp, seni hayatımın gerçekleriyle tanıştırmamın vakti geldi. Hayatım güzel kitaplar, müthiş şarkılar ve iyi insanlarla sınırlı değil. Bu yazımı okusa beni odasına çağırıp sayısız şey yapacak olan -saatlerce vaaz vermek, kafa ütülemek, vereceği cezaları saymak, direk cezayı vermek, babamı çağırıp bana ahlak dersi vermesini tavsiye etmek, anarşist olduğumu söyleyip dehşete düşmek, beni doğru yola çekmek için Risale-i Nur okutmak vs.- insanlar da var.
Okul müdürüm bir diktatör. Okula istediğim saatte gelme hakkım olmasına rağmen, arkadaşlarımla dördüncü ders okula geldim diye bize saatlerce nutuk çekti. Dar pantolon giymemize izin verdiği, bu yüzden kınama cezası vermediği için minnet bekledi. Annemiz babamın ateist bile olsa onlara saygılı olmamızı, KENDİSİNE DUYDUĞUMUZDAN BİLE ÇOK annemize babamıza saygı duymamızı söyledi, lütfetti. Arkadaşlarımın yapacağı gösteride sadece ilahi söylemelerine izin verdi. Öğretmenimizin yaptırdığı ilginç ve ilgi çekici bir etkinliği, siyasi içerik olabileceği gerekçesiyle iptal etmek istedi. Her kurala çılgınlar gibi bağlı olan adam, kendisiyle aynı siyasi görüşe sahip olduğu için, bir öğretmenimizin kuralları ihlal etmesine göz yumdu, yumuyor.
3- Sevgililer/Eşler: En tehlikelisi bu işte. Farkında olmuyor insanlar blogcuğum fakat, "korumacılık, kıskançlık, sevgi" kavramları altında ne Büyük Birader'ler doğuyor bir bilsen...
"Son görülmen neden kapalı?", "Son görülmen gece 03:55, o saatte ne işin vardı?", "Kiminlesin? Hemen fotoğraf at."
Arkadaşlarımın çoğunun sevgilisi var, ya da oldu. Hepsinin yaşadıklarına, sanki ilişkilerinin içindeymişim gibi tanıklık ettim. Sürekli birbirleri üzerinde baskı kuruyorlar, yasaklar getiriyorlar. Bir yere gitmeden önce sevgilisinden izin alıyor insanlar, onu ikna ediyor önce. Neden? Çünkü kıskanır, çünkü o kadar sahiplenmiş ki sevgilisini, yeni bir insan görmesine katlanamıyor.
Ailesinin koymadığı kuralları koyuyor bu sevgili. Çok sevdiği ve çok sevgi kıskançlık getirdiği için, aşkısının sosyal medya hesaplarına giriyor, hemcinslerini teker teker engelliyor. Sonra kızıyor bir de bu sevgili, her şeyde hesap soruyor.
Sonra arkadaşlarım soruyor bana, "Neden yalnızsın?" Onlara cevabımı şimdi vereceğim: Hayatımda yeterince Büyük Birader var zaten. Bir tane daha, üstelik kalbimi açacağım bir Büyük Birader istemiyorum.